Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HER ne kadar terörist bir örgüt olarak tanımlansa da, ne kadar geçici konjonktürel bir oluşum olduğu söylense de IŞİD’in bu coğrafyada temelleri sağlam kökenleri olduğunu ve yapısal kalıcılık göstereceğini söyleyenler de var.

        IŞİD oluşumu bir anomali mi yoksa Sünni Arap dünyasının kendi normal iç dinamiklerinin sonunda ortaya çıkmış bir oluşum mu?

        Uzmanlar bilim adamları bunu tartışıyorlar. İki görüşü de savunan sağlam düşünceli, insanlar var. Eğer IŞİD gerçekten bir terörist anomaliyse, konjonktürelse o zaman onunla nasıl mücadele edileceği de bu tanıma göre belirlenecek. O zaman bugünkü savaş söylemi, “Onu nerede vursak daha iyi olur?” tartışmaları, “Acaba kimleri ona karşı savaşmak için eğitsek?” arayışları sürdürülecek ve bunlardan başka bir adıma da ihtiyaç duyulmayacak. Yok ama diğer görüşün ileri sürdüğü gibi IŞİD Sünni Arap dünyasında çok daha içsel yapısal süreçlerin bir sonucuysa o zaman savaş söylemleriyle, silahlı mücadeleyle bu tür bir oluşumun uzun dönemde yenilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmeli.

        Çünkü eğer IŞİD gerçekten bazı Sünni Arap dünyasına özgü iç normal dinamiklerin bir sonucuysa o zaman IŞİD tamamen bitirilse dahi onun yerini kısa sürede bir başka örgüt alacaktır. El-Kaide tam bitirildi denirken aynen de bu oldu zaten; bundan sonra da aynı süreçlerin yaşanması sürpriz olmayacak.

        Eğer benim de düşündüğüm gibi bu ikinci görüş doğruysa o zaman bugün Amerika’nın başını çektiği hava bombardımanları IŞİD’e karşı yeni savaşanlar yaratma politikaları uzun dönemde başarısız olmaya mahkûmdur.

        Bunun yerine uzun dönemde kalıcı çözüm oluşturabilecek konular üzerinde düşünmek gerekiyor. Bunların şu andaki durum açısından pratik bir anlamı olmasa da orta ve uzun vadede IŞİD gibi oluşumların ortaya çıkmaması için alternatifleri aramak gerekiyor.

        IŞİD türü oluşumlarla anlamlı mücadele edilebilmesi yolunda benim bugüne kadar gördüğüm en anlamlı çalışma, The Wall Street Journal Gazetesi’nin hafta sonu ekinde 11-12 Ekim tarihlerinde yayınlandı. “The Capitalist Cure for Terrorism” başlıklı uzun yazının yazarı Hernando de Soto. Yoğun bir argüman içeriyordu bu makale, ama özetlemek gibi zor bir işe girişmeye cesaret ederek şunu söyleyebilirim ki; yazının ana tezi şunu söylüyordu: Eğer terörün yoğunlaştığı coğrafi bölgelerde gerçek bir orta sınıf yaratılırsa ve bu sınıfın kendisini sürdürmesi sağlanırsa o zaman bu yol terörün gerçekten ortadan silineceği bir ortam yaratabilir.

        Makalenin yazarı Perulu ve o ülkedeki The Shining Path adlı terör örgütüne karşı Peru’da yapılanların içinde bulunmuş bir insan aynı zamanda. O yüzden pratikten gelen bilgileri de var.

        Peru bir ara bu örgüte karşı savaşını kaybetmek ve toplumun yönetimini ona bırakmak aşamasındaydı. Çünkü o tür örgütler, asla sadece terör örgütü şeklinde algılanmamaları gereken bir toplumsal kökene ve desteğe sahip olabiliyorlar. Aynen IŞİD’in de bugün sahip olduğu gibi.

        Peru deneyiminde o örgütün etkin olduğu bölgede sıkı bir yatırım hamlesi başlatmışlar ve planlı programlı biçimde kapitalist gelişme sürecine girişmişler. Esas amaç hızla, bir orta sınıfın gelişmesini sağlamakmış. Çünkü var olan düşünceye göre eğer bir yerde orta sınıf varsa ve güçlüyse terörist örgütlerin oluşması ve kalıcı olabilmeleri mümkün olmuyor. Orta sınıfın çıkarları ve bakış açısı buna engel oluşturuyor. Nitekim Peru’da bu yolda başarılı olunmuş. Bundan evrensel geçerli bir reçete çıkarılır mı bilmiyorum, ama yine de denenmesi gereken bir yol bu bence. Çünkü alternatifi daha çok savaş ve daha da çok kan ve acı. (Bu arada Türkiye’nin de avantajı, gerçekten güçlü bir orta sınıfının var olmasıdır.)

        IŞİD eğer Sünni Arap dünyasının yapısal ve kalıcı bir sorunuysa o zaman Arap dünyasında orta sınıfların süreçlere “Dur” diyecek güce ulaşması gerekiyor.

        Böylesine bir trend çoktan başladı. “Yeni Araplar” diye adlandırılan genç Arap millennial nüfusu var ve her geçen gün de güçleniyorlar. Bunlar Arap dünyasında orta-uzun vadede gerçek modern bir dönüşümün gerçekleşmesi yolunda en büyük umudu oluşturuyorlar ve bunun nasıl olabileceği konusunu düşünen birçok çalışma da yayınlanmaya başlandı. Örneğin “The New Arabs; How The Millennial Generation is Changing the Middle East” (yazarı, Juan Cole), “Being Modern in The Middle East” (yazarı, Keith David Watenpaugh), “The New Middle East, The World after the Arab Spring” (yazarı, Paul Danahar)...

        Bu çalışmalar son derece hayati bir konu üzerinde ciddi bir düşünme ve tartışma sürecini başlattılar. Global dünyanın geleceğini ve ondan daha çok bizlerin geleceğini belirleyecek bu konu üzerinde Türkiye’de de hemen ciddi bir düşünce ve tartışma süreci başlatmalıyız.

        Diğer Yazılar